“Ah Gözel İstanbul” İKSV 39. film
festivali kapsamında gösterilen Zeynep Dadak imzalı ilgi çekici bir film. 17.
asırda yaşamış Ermeni bilgini Eremya Kömürcüyan’ın seyahatnamesinden yola
çıkılarak çekilen eser izleyicilere çok güzel ama önemli kısmı bilinçli olarak
ihmal edilmiş bir İstanbul portresi çiziyor.
Eremya Kömürciyanın betimleme
üzerine kurulu seyahatnamesindeki fasıllar adım adım izlenerek çekilen film 17.
asırdan bugüne İstanbul kültürünün izini sürüyor. 7 Fasıl olarak İstanbulu anlatan kitap seslendirilirken aynı anda anlatılan mekanlarda çok güzel
görüntüler eşliğinde eski İstanbul aranıyor. Anlatıcının sesinin yetersiz
olması ve kelime telaffuzundaki kuralları pek önemsememesi haricinde filmin teknik
boyutunda bir eksik görünmüyor. Ancak içerikte çok ciddi ve bilinçli bir ihmal
var. Türkler.
Gezilen bölgelerde Türklerin
oturduğuna veya İstanbul'daki Türk kültürüne dair hemen hemen hiçbirşey
bulunmamakta. Filmin sonlarında kamera Üsküdar'a çevrildiği zaman izleyici İstanbul’un
Türk kültürü üzerine bir anlatım beklerken bir anda valide sultanların
yaptırdığı camilere kendi isimlerinin değil de farklı isimlerin verilmesi
üzerinden Türklerde kadının yeri konulu Üsküdar'la ve Kömürcüyan’ın seyahatnamesiyle
ilgisi olmayan bir diyalog devreye giriyor.
Seansın sonunda film ekibiyle bir
söyleşi düzenlendi. İstanbul'daki Türk kültürünün hiçbir şekilde anlatılmadığını
bunun yönetmenin tercihiyle mi olduğunu yoksa Kömürcüyan’ın seyahatnamesinde mi
bahsedilmediğini sordum. Yönetmen Zeynep Dadak metne sadık kaldıklarını ifade
etti. Merak edip kitabı incelediğimde ise maalesef bunun gerçek olmadığının farkına
vardım. Ve film üzerine yazma ihtiyacı hissettim.
Eremiya Kömürcüyan’ın “İstanbul
Tarihi 17. Asırda İstanbul” başlıklı eseri Hrant Andreasyan’ın tercümesiyle
Eren Yayınevi tarafından 1952 yılında yayınlanmış. Benim incelediğim 1988
tarihli 2. baskı 59 sayfalık eserde Türklere 48 adet atıf var. Eserin daha başlangıcında
Kömürcüyan, yönetmenin filmde geniş yer verdiği Kumkapı faslında Türkçe konuşan
Hristiyanlardan yani Karamanlı Rumlardan bahseder.
“Civarda ve sur dahilinde,
Karamanlı denilen halk oturmaktadır. Bunlar, Rum oldukları halde Rumca
bilmezler ve Türkçe konuşurlar. Sultan Mehmed, İstanbul’u zaptettikten sonra
onları buraya getirmiştir.” (S.2)
Renkli Anadolu
kültürünün en az bilinen parçası olan Türkçe konuşan Hristiyanlar yani
Karamanlıların İstanbul’da da oldukları üstelik Fatih Sultan Mehmet tarafından
özellikle İstanbul'a getirildikleri “Gözel İstanbul” portresinde sadece Türklük
vurgusu olduğu için es geçilen önemli bir kısım.
“Altıncı kapının adı
Çatladıkapı’dır Bunun karşısında çatlamış bir burç vardır. Arkasında, Küçük
Ayasofya denilen güzel bina görülür. Bir bostanı geçtikten sonra, surun
altında, Türklerin «Cindimeydan» dedikleri geniş saha gelir. Cuma günleri,
birçok insan, süratli atlarla burada yarış yaparlar ve birbirlerine cirid
atarlar Yarış esnasında atlar düşüp yuvarlanır ve birbirini çiğner. Bâzılarınm
kol veya kafası kırılır; biniciler atların altında kalırlar ve hurduhaş olmuş,
gözleri patlamış bir halde «vay vay» diye bağırarak seyir’den dönerler. Sayısız
seyirciler, meydanın etrafında bulunan evleri kapılara kadar hıncahınç
doldururlar.”(S.4)
17. asırda şehirdeki Türklerin her
Cuma günü düzenli olarak at yarışı düzenleyip cirit oynadıklarını Kömürcüyan yarış
sonrası renkli detaylarıyla anlatmasına ve şehir kültürü açısından kimsenin
bilmediği çok ilgi çekici bir veri olmasına rağmen filmde buna dair bir bahsi
yine göremeyiz.
“Arzu edersen, seyran için Abdi
Selâmi bahçesine girelim. Piri paşa köyünü de gördükten sonra Hasköy’e gelelim.
Burada ikamet eden az miktarda Ermeniler, Balat a gider gelirler. Rumların ise.
Papaz iskelesi ile beraber bir kiliseleri bulunmaktadır. Vadilerde bostanlar ve
bahçeler, bunlarm yanında da konaklar ve köşkler mevcuttur. Rumların, azize
Paraskevi’ye ithaf edilen ve yer altında akan bir ayazmaları vardır. Herkes
tarafından müşahade edilen mucizelere sahne olan bu ziyaretgâhın suyu çok
tatlıdır ve imanla ziyaret edenlere şifa verir. Ayazma muhteşem şehrimizin
cenup tarafına bakar. Türkler bugün dahi [ayazmaya] kurban sunmağa devam
ediyorlar.” (S.32)
Türkler, Hristiyan Rumlara ait ayazmalarda kurban kesiyorlar. O dönemde Müslüman
olmalarına rağmen Türklerin şamanist köklerinden gelen doğa harikalarını kutsama
kültüne dair Kömürcüyan’ın aktardığı bu çok önemli bilgi de maalesef film
içeriğine dahil edilmemiş.
“Şunu da bilmek lâzımdır ki
bütün saray ve köşkler Türkler tarafından yapılmıştır. Bizim tarihlerimizde
kayıtlı olan Halkidon ve Nikya sarayları ile bazı kiliselerin yalnız kemerleri
kalmıştır.” (S.57)
Bu yazıyı
yazarken niyetim herhangi bir kimseyi çektiği filme dahil ettiği/ihmal ettiği öğeler
üzerinden eleştirmek değil. Yazının asıl amacı filmin ardından yönelttiğim
soruda Türk kültürünün ihmal edilmesinin Eremya Kömürcüyan’ın eserine atıfla
cevaplandırılması. Ancak eseri incelediğimizde bunun tam tersine Kömürcüyan İstanbuldaki Ermeni, Rum, Yahudi kültürlerinden, mahallelerinden ve eserlerinden
bahsettiği gibi Türklerden de bahsediyor. 17. asırda kültürler gökkuşağı
görünümündeki İstanbul’un Türk “rengi” ile Ermeni bilgin Kömürcüyan'ın bir sorunu
yok. Ancak bugün Gülbenkyan Vakfı, İsviçre Dışişleri Bakanlığı, AB fonları ve
başkaca uluslararası kuruluşun desteğiyle onun eserini filme dönüştüren
Türklerde maalesef bu kompleks var. Filmin sonunda “İstanbul’u fethettiğimiz için
özür dileriz” şeklinde bir metin görsem kesinlikle şaşırmazdım.